22 Nisan 2015 Çarşamba

Seramikler fırından çıktı

Şubat ayının soğuk ve yağışlı bir salı günü başladı seramik öğrenme maceram... Asırlık yıkık dökük evler, motosiklet tamircileri, kahve, berber, muhtar ve birkaç antikacının sıralandığı Sakarya Mahallesi'nde ön cephesindeki demirleri mavi boyalı kocaman atölyesinde üç yıldır seramik derslerinin yanı sıra kendi özel çalışmalarını da sürdüren Naile Cimit'le Ayvalık'a ilk adım attığımız günlerde bir dostumuz tanıştırmıştı. O ilk tanışmanın üstünden üç yıl geçti ve ben nihayet elimi çamura bulaştırmak için zaman bulabildim. Şamutlu çamuru elime alıp sucuk denilen basit bir yöntemle kalıp içinde ilk çanaklarımı yaptığımda, keman çalmayı öğrenirken Mozart'ın 'Daha dün annemizin kollarında yatarken...' eserini çalmayı başardığım andaki kadar sevindim. Az deği 30 yıldır bu anı bekliyordum. Seramik yapma hayalim lise yıllarına uzanır. Evde yoğurt kaplarına alçı ve su döküp, mutfaktaki fırında kuruttuktan sonra boyardım. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi'nin yetenek sınavına da bu müthiş yöntemi sanat dünyasına kazandırmak için girmiş olmalıyım ama sınavda yapmamızı istedikleri 'Çocuk parkında oynayan çocuklar' resmimin naifliğini gören jüriyi çok güldürmüş olmalıyım. Tabii akademiyi kazanamamam seramik yapmama engel olamazdı. Üniversitede Erenköy'de evimize yakın bir seramik atölyesine başlamıştım ama orada da sürekli gül yaptırdıkları için iki dersten sonra gitmedim. Toprak malzemeye olan tutkumun kaynağının çocukluğumda evimizdeki seramikler olduğunu düşünüyorum. Cam malzemeyi de severim ama toprak başka... Bu yüzden dünyanın her yerinden küçük de olsa seramik tabak, karaf, bardak taşıdım durdum. Bir gün benzerlerini yapacağım hayalime de sıkı sıkıya sadık kaldım. Artık hem bu çocukluktan beri vazgeçmediğim hayalimi hayata geçirmek hem de hazine gibi üzerlerine titrediğim çiçeklerimi plastik saksılardan kurtarmak için haftanın iki günü, 12 saat seramik çalışıyorum. O kadar çok çanak ve küçük saksı yaptım ki üçüncü ayda hocam Naile Cimit 'Yeter bu kadar sukulent saksısı yapmayın artık' demeye başladı. Şamutlu denilen içinde küçük taşlar olan gri çamurla çalışsak da benim aklım hep kırmızı çamurla tornada çanak yapmaya kayıyor. Tornada çamura şekil vermeyi iki kez denedim. İkisinde de o kadar keyif aldım ki sanırım yakında kendime bir torna ve fırın alıp bata çıka bu işi öğreneceğim. Bunun için Nevşehir, Kütahya ve belki de bir Yunan adasında da tekniği geliştirmek şart. Bu hafta birkaç çanağım sırlanıp fırınlandı. Şubat ve mart aylarında, sobası yanmayan buz gibi atölyede ellerim dona dona yaptığım işleri, fırından çıkıp eve getirince içim de ısındı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder