20 Mart 2019 Çarşamba

Ayvalık’tan Midilli’ye bir mektubun sırları


Hiç tanımadığınız kişinin tüm öyküsünü üç cümlelik mesajındaki tek sözcükten çıkarmanız mümkün mü? Göç tufanının yaşandığı bir çağdaysanız, doğduğunuz topraklardan ayrılmak zorunda kaldıysanız ve hayatınız insanlık üzerine düşünmekle geçtiyse… İşte bir deneme kitabının satırları arasından çıkan, kimsenin hatırlamadığı bir mektubun Ege’nin iki yakasındaki öyküsü… Ayvalıklı doktor Hadi İskit’ten, Yunan yazar Ilias Venezis’e…



Ilias Venezis
Sıcak mı sıcak bir ağustos ayıydı ve öğleden sonra saat ikiye yaklaşırken Midilli çarşısında esnaf siesta yapmak için kepenklerini kapatmaya hazırlanıyordu. Bu dar zamanda almak istediğim birkaç nevale için oradan oraya dolanıyordum. Adanın neredeyse 150 yıllık en eski kitabevi Hacidaniel’e bu defa uğramayı düşünmüyordum ama çok yakındım ve nedense ayaklarım beni yine oraya sürükledi.
Kitabevinde her zamanki gibi kasada duran üçüncü nesil işletmecisi Cleo’yla selamlaşıp biraz havanın sıcaklığından bahsettik. İçeriye bir müşteri girince ben de kitapların olduğu bölüme geçip, kapaklara bakmaya başladım. Kitaplar her zamanki gibi gelişigüzel yayılmıştı. Yüzlerce kitabın arasında Ilias Venezis’in küçücük kitabını nasıl seçebildim, bugün için bu sorunun yanıtı hâlâ muamma… Dostlarıma bakılırsa, bazı hikayeler zamanı gelip de seslerini duyurmak istediklerinde karşıma çıkıyor.
Venezis’in Türkçeye çevrilen, daha önce okuduğum eserlerinden biri değildi bu güzel ciltli, küçük kitap ve sanırım ilk dikkatimi çeken kapaktaki Eftalu kelimesi oldu. Yunan yazarın yaşamının son yıllarında sık sık gelip kaldığı, adanın arka tarafındaki kıyı yerleşimi Eftalu’daki evini arama maceramız geldi aklıma… Birkaç yıl sorup durduktan sonra yine tesadüfen bulmuştuk çam ve zeytin ağaçlarının arasına saklı bu mütevazı evi. Ayvalık’a bakan cephesinde oturup kuş sesleri ve ağustosböceklerinin vızıltıları arasında kim bilir neler düşünmüştü yazar? Geçmiş geçmişte kalmıştı artık; ne kadar istese de geri getiremezdi. Yaşamın gerçeklerini bilgece kabullenmişti. Nedenlerini tek tek sorgulamıştı yıllar içinde…

Karşı kıyıda yazılanlar


Kitabı elime alıp iç sayfalarına şöyle bir göz attım; ilk baskısı 1972’de, yazarın ölümünden sadece bir
yıl önce yapılmıştı. Bölümlerin birinde kısa mektuplar ve bir de ‘Hadi İskit’ yazdığını gördüm. İsim Yunanca harflerle yazıldığı için ‘’Acaba doğru mu okuyorum?’’ diye tekrar bakıp emin olunca donup kaldım: Mektup Ayvalık’tan gönderilmişti. İçinde bazı fotoğraflardan söz ediliyordu. Kitabevinin zarif sahibinin bana gülümsediğini görünce soluğu kasada alıp, ücretini öder ödemez kitabı çantama atıp çıktım.
Çarşıda dükkanlar çoktan kapanmış, sokaklar boşalmıştı. Üstelik elimdeki kitabın şifrelerini bir an önce çözmek istiyordum: Sanki kitabın içinden birileri durmadan bana sesleniyordu. Venezis’e Ayvalık’tan mektup gönderen Hadi İskit kimdi? Bu mektupta yazara neler anlatıyordu? Yoksa Ayvalık’tan bir çocukluk arkadaşı mıydı? Venezis ona cevap yazmış mıydı?
Aklımı karıştıran sorularla kitabevinin karşısındaki Panellinion adlı, klimaların etkisiyle ferahlamış kafeye girip, ilk gördüğüm masaya oturdum. Garsona bir frappe söyleyip kitabın Hadi İskit adının geçtiği bölümünü açtım. Okumaya başladıklarım, merakımı giderek artırıyordu. Kitap denemelerden oluşuyordu. Mektuplar da bir o kadar gerçekti. Üstelik Venezis, Ayvalık’tan gönderilen mektubun sahibinin doktor olduğunu yazmıştı.
Ayvalık doğumlu Yunan yazar Ilias Venezis 1923’te Lozan Anlaşması’yla Midilli’ye gönderilen mübadil bir ailenin oğlu... O tarihte 18 yaşında olduğu için 14 ay amele taburlarında zorluk ve yokluk içinde o işten bu işe çalıştırılıyor. Venezis aylar sonra şans eseri kurtuluyor ve Midilli’ye gidip ailesini bulmayı başarıyor. Bu sürede tanık oldukları, dünyaca tanınmasını sağlayan ‘Numara: 31328’ adlı, Türkçeye de çevrilen kitabında anlatıyor. Yazarın ayrıca ‘Eolya Toprağı’, ‘Ege Hikayeleri’ ve ‘Uçurtmalar-Anna’nın Kitabı’ adlı eserleri de Türkçeye çevrildi.
Onun yaşamının son yıllarında Atina’dan gelip kaldığı, Anadolu topraklarını seyrettiği Eftalu’daki evinde kaleme aldığı “Eftalu; Ege Hikayeleri’ adındaki, henüz Yunancadan Türkçeye çevrilmeyen bu kitaptaki sürpriz isim ve mektupların Ayvalık’la bağı ise insanın içini acıtıyor.

Ortak kaderi paylaşırlar


Geçen yüzyılın ilk yarısındaki iki büyük dünya savaşının ardından doğup büyüdükleri topraklardan ayrılmak zorunda kalan ve tamamen şans eseri hayatta kalmayı başaran Ilias Venezis ile Hadi İskit’in yolu Ayvalık’tan Atina’ya gönderilen bir mektupla kesişir. Yaşamları boyunca birbirlerini hiç görmeyen bir yazarla doktor, aslında aynı dramatik kaderi paylaşmış, her biri diğerinin geride bıraktığı topraklarda yaşama tutunmuştur. Onları bir kitapta buluşturup günümüze kadar getiren duygunun gücü ise sadece köklerinden kopartılanların anlayabileceği kadar gerçektir.




Nasıl oldu da umudumuzu ve doğduğumuz

toprakların bize verdiği huzuru yitirdik?


Anadolu’nun farklı yerlerinden Eftalu’ya beklenmedik hatırlatmalar… İki mektup aldım: Biri ünlü bir Avrupalı’dan… Diğeri tanımadığım bir Türk’ten... İlk mektup Paris’ten, Louis Robert imzalı.. Ünlü Fransız epigrafi uzmanı, Fransız Koleji profesörü ve İstanbul Fransız Arkeoloji Enstitüsü yöneticisi…
Mektup şöyle…
Fransız Koleji
Sevgili Beyefendi
Eylülün sonunda, kazılarımız bittikten sonra otomobille İstanbul’a dönerken, Kidonia-Ayvalık’ı görmek için yolumuzu değiştirdik. Gördüklerimizi hatırlamak için de bazı fotoğraflar çektim. Şimdi hazırlar ve size bunları bizzat göndermek istedim. Eşim ve ben 1961’in baharında Atina’daki toplantının anısına kabul etmenizi rica ediyoruz, en içten dileklerimizle… “ Louis Robert
Bir dizi mükemmel fotoğraf, büyük baskılar halinde, gerçekten bilen biri tarafından çekilmiş. Onlara hissederek bakıyorum: Gördüklerimi 50 yıl aradan sonra hatırlamaya ve tanımaya çalışıyorum. Louis Robert’in fotoğraflarındaki görüntülerin yer aldığı memleket hakkında neyi bilebilirim?
Fransız akademisyenin gönderdiği fotoğraflarla çocukluk yıllarımın bazı parçalarını hatırlamaya çalışıyorum. Nasıl olur da kaybettik? Nasıl oldu da umudumuzu ve doğduğumuz toprakların bize verdiği huzuru yitirdik? Milyonlarca insanı yaşama hakkından mahrum bırakan bu korkunç çağ nedir?
İkinci mektubu açtım. Ayvalık’tan postalanmış, Yunanca bir mektup. Tanımadığım bir doktor tarafından imzalanmış: Doktor Hadi İskit.
Sayın beyefendi Ilias Venezis
Son Selanik ziyaretimde bir arkadaşım sizin Ayvalık köklerinizden söz etti. Bu gece bayram kutlamaları vesilesiyle size doğduğunuz yerin bazı görsellerini – iyi basılmadıklarını itiraf ediyorum – göndermek istedim. En iyi dileklerimi ve sevgilerimi kabul edin.
Hadi İskit”
Burada da memleketimden çekilmiş fotoğraf vardı. Mektubu Yunanca kendisi mi yazmıştı? Acaba Girit Türkü müydü? Yoksa mektubu yazmasını bir Yunan yolcudan mı istemişti? Sadece köklerinden koparılarak yaşayanların hissederek yazabileceği ‘doğduğunuz yer’ sözcüğünü kullanmış ve bana bayram kutlamaları vesilesiyle bazı fotoğraflar göndermiş. Daha sonra onun İskeçe Lisesi’nin en iyi öğrencisi olduğunu ve Yunanca güzel kompozisyonlar yazdığını öğrendim. Fotoğrafları çocuğuma gösterip ona anlatmaya çalışıyorum: Ailelerinin yaşadıkları dönemden bazı dersler çıkartıp öğretebilmeliyiz ki sonradan onların yaptıklarını taklit etmek istemesinler. İki korkunç dünya savaşı arasındaki dönem, bütün halkların köklerinden koparılmalarına ve tarihte karanlık bir sayfa açılmasına neden oldu.’’
(Eftalu - Ege Hikayeleri / Ilias Venezis / 6. Bölüm, s: 54)

Feriha-Hadi İskit


Çocuklara hayat veren doktor yüzerek Türkiye'ye geçmişti


Hadi İskit’in Yunanca yazarak Ayvalık’tan gönderdiği kısa mektubuna Venezis’in yanıt verip vermediğini öğrenebilmek imkansız. Çünkü artık her ikisi de hayatta değil.

Ayvalık’ta kadın doğum uzmanı doktor Hadi İskit’in izini bulmam ise zor olmadı. Kendisini tanıyıp tanımadığını sorduğum ilk Ayvalıklı arkadaşım ‘’Nasıl tanımam, benim doğumumu gerçekleştirmiş’’ dedi. Doktor Hadi İskit hakkında detaylı bilgileri kızı Ümit İskit verdi:
Babam 1915 İskeçe doğumlu. İskeçe Lisesi’ni birincilikle bitirip 1940’ta Atina Tıp Fakültesi’ne gider. Orada iki yıl - dört dönem -eğitim alır. Fakat II. Dünya Savaşı başlayınca Yunanlar babamı askere almak isteyince kaçarak İstanbul’a gelir. Babam, daha sonra avukat olan bir arkadaşıyla nehirden yüzerek Türkiye tarafına geçmiş. İstanbul Tıp Fakültesi’nde eğitimine devam eder. Dört kardeşler: Hadi, Hami, Hadiye ve Hamiye. Babası Sabri İskit esnaf. Zamanla bütün ailesi İstanbul’a gelir ve kız kardeşleri burada evlenir. Babam mezun olduktan sonra önce Kastamonu’da belediye hekimliği yapar. Oradan İzmir’e bir hastaneye gelir. Ebe olan annem Feriha İskit ile de o hastanede tanışırlar. Biz üç kardeşiz, hepimiz mühendisliği seçtik.
Babamın Yunancası çok iyiydi. Fransızca da biliyordu. Kitap okumaya çok düşkündü. Gazetelerden kupürler keser, arşiv yapardı. Evde bir odanın üç duvarı kitaplarla doluydu. Ayvalıklı yazar Ahmet Yorulmaz’ın kitabevi uğrak yeriydi. Kitap alır, sohbet ederlerdi. Kitaplarının üstüne mutlaka aldığı tarihi yazar, imzalardı. Babamın vefatından sonra annem kitaplığı dağıttı, hatta büyük bölümünü kapıdan geçen eskiciye, bir çek-yat karşılığı verdi. Fransızca, Türkçe tıp kitaplarını İzmir Safa Hastanesi’nin kitaplığına bağışladık.
Babam evde suskundu. Zamanını ya Yunan TV’sini izleyerek ya da kitap, gazete okuyarak geçirirdi. Gençliğini anlatmaz, geçmişiyle ilgili hiç konuşmak istemezdi. Sorduğumuzda “Çok kötü günlerdi” demekle yetinirdi. Bize hiç Yunanca da öğretmedi. Ortak yapabildiğimiz tek şey, izinli olduğu günlerde öğlene kadar birlikte bulmaca çözmekti.
Mesleğini çok severdi ama sinirli, tahammülsüz, otoriterdi. Bu nedenle başhekimliği bıraktı. Hastalarını düşünerek Ayvalık’tan hiç uzaklaşmazdı. İzin yapamazdı. Herkese yardım etmeyi severdi. Emekli olduktan sonra da saat 08.00’de evden çıkar, mutlaka 08.30’da muayenehanesinde olurdu. Sanırım 1952 ya da 1953’te bir turla ailece Atina’ya gitti. Midilli’ye hiç geçmedi. Yunan yazar Ilias Venezis’e mektup yazdığını ise bilmiyordum. Bu konuda evde konuşulduğunu da duymadım. Pankreas kanserinden 75 yaşında vefat etti. Altı ay öncesine kadar muayenehanesi açıktı. Vefatından sonra İskeçe’ye ilk gittiğimde ağladım. Dört kez gittim ama babama dair hiçbir iz bulamadım. İskeçe Lisesi de, evraklar da yanmış.”
(Figen Yanık / 17 Mart 2019 / Cumhuriyet Gazetesi)