Hiç tanımadığınız kişinin tüm öyküsünü üç cümlelik mesajındaki tek sözcükten çıkarmanız mümkün mü? Göç tufanının yaşandığı bir çağdaysanız, doğduğunuz topraklardan ayrılmak zorunda kaldıysanız ve hayatınız insanlık üzerine düşünmekle geçtiyse… İşte bir deneme kitabının satırları arasından çıkan, kimsenin hatırlamadığı bir mektubun Ege’nin iki yakasındaki öyküsü… Ayvalıklı doktor Hadi İskit’ten, Yunan yazar Ilias Venezis’e…
![]() |
Ilias Venezis |
Sıcak mı sıcak
bir ağustos ayıydı ve öğleden sonra saat ikiye yaklaşırken
Midilli çarşısında esnaf siesta yapmak için kepenklerini
kapatmaya hazırlanıyordu. Bu dar zamanda almak istediğim birkaç
nevale için oradan oraya dolanıyordum. Adanın neredeyse 150 yıllık
en eski kitabevi Hacidaniel’e bu defa uğramayı düşünmüyordum
ama çok yakındım ve nedense ayaklarım beni yine oraya sürükledi.
Kitabevinde her
zamanki gibi kasada duran üçüncü nesil işletmecisi Cleo’yla
selamlaşıp biraz havanın sıcaklığından bahsettik. İçeriye
bir müşteri girince ben de kitapların olduğu bölüme geçip,
kapaklara bakmaya başladım. Kitaplar her zamanki gibi gelişigüzel
yayılmıştı. Yüzlerce kitabın arasında Ilias Venezis’in
küçücük kitabını nasıl seçebildim, bugün için bu sorunun
yanıtı hâlâ muamma… Dostlarıma bakılırsa, bazı hikayeler
zamanı gelip de seslerini duyurmak istediklerinde karşıma çıkıyor.
Venezis’in
Türkçeye çevrilen, daha önce okuduğum eserlerinden biri değildi
bu güzel ciltli, küçük kitap ve sanırım ilk dikkatimi çeken
kapaktaki Eftalu kelimesi oldu. Yunan yazarın yaşamının son
yıllarında sık sık gelip kaldığı, adanın arka tarafındaki
kıyı yerleşimi Eftalu’daki evini arama maceramız geldi aklıma…
Birkaç yıl sorup durduktan sonra yine tesadüfen bulmuştuk çam ve
zeytin ağaçlarının arasına saklı bu mütevazı evi. Ayvalık’a
bakan cephesinde oturup kuş sesleri ve ağustosböceklerinin
vızıltıları arasında kim bilir neler düşünmüştü yazar?
Geçmiş geçmişte kalmıştı artık; ne kadar istese de geri
getiremezdi. Yaşamın gerçeklerini bilgece kabullenmişti.
Nedenlerini tek tek sorgulamıştı yıllar içinde…
Karşı kıyıda yazılanlar
Kitabı elime alıp
iç sayfalarına şöyle bir göz attım; ilk baskısı 1972’de,
yazarın ölümünden sadece bir
yıl önce yapılmıştı.
Bölümlerin birinde kısa mektuplar ve bir de ‘Hadi İskit’
yazdığını gördüm. İsim Yunanca harflerle yazıldığı için
‘’Acaba doğru mu okuyorum?’’ diye tekrar bakıp emin olunca
donup kaldım: Mektup Ayvalık’tan gönderilmişti. İçinde bazı
fotoğraflardan söz ediliyordu. Kitabevinin zarif sahibinin bana
gülümsediğini görünce soluğu kasada alıp, ücretini öder
ödemez kitabı çantama atıp çıktım.
Çarşıda
dükkanlar çoktan kapanmış, sokaklar boşalmıştı. Üstelik
elimdeki kitabın şifrelerini bir an önce çözmek istiyordum:
Sanki kitabın içinden birileri durmadan bana sesleniyordu.
Venezis’e Ayvalık’tan mektup gönderen Hadi İskit kimdi? Bu
mektupta yazara neler anlatıyordu? Yoksa Ayvalık’tan bir çocukluk
arkadaşı mıydı? Venezis ona cevap yazmış mıydı?
Aklımı karıştıran
sorularla kitabevinin karşısındaki Panellinion adlı, klimaların
etkisiyle ferahlamış kafeye girip, ilk gördüğüm masaya oturdum.
Garsona bir frappe söyleyip kitabın Hadi İskit adının geçtiği
bölümünü açtım. Okumaya başladıklarım, merakımı giderek
artırıyordu. Kitap denemelerden oluşuyordu. Mektuplar da bir o
kadar gerçekti. Üstelik Venezis, Ayvalık’tan gönderilen
mektubun sahibinin doktor olduğunu yazmıştı.
Ayvalık doğumlu
Yunan yazar Ilias Venezis 1923’te Lozan Anlaşması’yla
Midilli’ye gönderilen mübadil bir ailenin oğlu... O tarihte 18
yaşında olduğu için 14 ay amele taburlarında zorluk ve yokluk
içinde o işten bu işe çalıştırılıyor. Venezis aylar sonra
şans eseri kurtuluyor ve Midilli’ye gidip ailesini bulmayı
başarıyor. Bu sürede tanık oldukları, dünyaca tanınmasını
sağlayan ‘Numara: 31328’ adlı, Türkçeye de çevrilen
kitabında anlatıyor. Yazarın ayrıca ‘Eolya Toprağı’, ‘Ege
Hikayeleri’ ve ‘Uçurtmalar-Anna’nın Kitabı’ adlı eserleri
de Türkçeye çevrildi.
Onun yaşamının
son yıllarında Atina’dan gelip kaldığı, Anadolu topraklarını
seyrettiği Eftalu’daki evinde kaleme aldığı “Eftalu; Ege
Hikayeleri’ adındaki, henüz Yunancadan Türkçeye çevrilmeyen bu
kitaptaki sürpriz isim ve mektupların Ayvalık’la bağı ise
insanın içini acıtıyor.
Ortak kaderi paylaşırlar
Geçen yüzyılın
ilk yarısındaki iki büyük dünya savaşının ardından doğup
büyüdükleri topraklardan ayrılmak zorunda kalan ve tamamen şans
eseri hayatta kalmayı başaran Ilias Venezis ile Hadi İskit’in
yolu Ayvalık’tan Atina’ya gönderilen bir mektupla kesişir.
Yaşamları boyunca birbirlerini hiç görmeyen bir yazarla doktor,
aslında aynı dramatik kaderi paylaşmış, her biri diğerinin
geride bıraktığı topraklarda yaşama tutunmuştur. Onları bir
kitapta buluşturup günümüze kadar getiren duygunun gücü ise
sadece köklerinden kopartılanların anlayabileceği kadar
gerçektir.
Nasıl oldu da umudumuzu ve doğduğumuz
toprakların bize verdiği huzuru yitirdik?
“Anadolu’nun
farklı yerlerinden Eftalu’ya beklenmedik hatırlatmalar… İki
mektup aldım: Biri ünlü bir Avrupalı’dan… Diğeri tanımadığım
bir Türk’ten... İlk mektup Paris’ten, Louis Robert imzalı..
Ünlü Fransız epigrafi uzmanı, Fransız Koleji profesörü ve
İstanbul Fransız Arkeoloji Enstitüsü yöneticisi…
Mektup şöyle…
Fransız Koleji
“Sevgili Beyefendi
Eylülün sonunda,
kazılarımız bittikten sonra otomobille İstanbul’a dönerken,
Kidonia-Ayvalık’ı görmek için yolumuzu değiştirdik.
Gördüklerimizi hatırlamak için de bazı fotoğraflar çektim.
Şimdi hazırlar ve size bunları bizzat göndermek istedim. Eşim ve
ben 1961’in baharında Atina’daki toplantının anısına kabul
etmenizi rica ediyoruz, en içten dileklerimizle… “ Louis Robert
Bir dizi mükemmel
fotoğraf, büyük baskılar halinde, gerçekten bilen biri
tarafından çekilmiş. Onlara hissederek bakıyorum: Gördüklerimi
50 yıl aradan sonra hatırlamaya ve tanımaya çalışıyorum. Louis
Robert’in fotoğraflarındaki görüntülerin yer aldığı
memleket hakkında neyi bilebilirim?
Fransız
akademisyenin gönderdiği fotoğraflarla çocukluk yıllarımın
bazı parçalarını hatırlamaya çalışıyorum. Nasıl olur da
kaybettik? Nasıl oldu da umudumuzu ve doğduğumuz toprakların bize
verdiği huzuru yitirdik? Milyonlarca insanı yaşama hakkından
mahrum bırakan bu korkunç çağ nedir?
İkinci mektubu
açtım. Ayvalık’tan postalanmış, Yunanca bir mektup.
Tanımadığım bir doktor tarafından imzalanmış: Doktor Hadi
İskit.
“Sayın beyefendi
Ilias Venezis
Son Selanik
ziyaretimde bir arkadaşım sizin Ayvalık köklerinizden söz etti.
Bu gece bayram kutlamaları vesilesiyle size doğduğunuz yerin bazı
görsellerini – iyi basılmadıklarını itiraf ediyorum –
göndermek istedim. En iyi dileklerimi ve sevgilerimi kabul edin.
Hadi İskit”
Burada da
memleketimden çekilmiş fotoğraf vardı. Mektubu Yunanca kendisi mi
yazmıştı? Acaba Girit Türkü müydü? Yoksa mektubu yazmasını
bir Yunan yolcudan mı istemişti? Sadece köklerinden koparılarak
yaşayanların hissederek yazabileceği ‘doğduğunuz yer’
sözcüğünü kullanmış ve bana bayram kutlamaları vesilesiyle
bazı fotoğraflar göndermiş. Daha sonra onun İskeçe Lisesi’nin
en iyi öğrencisi olduğunu ve Yunanca güzel kompozisyonlar
yazdığını öğrendim. Fotoğrafları çocuğuma gösterip ona
anlatmaya çalışıyorum: Ailelerinin yaşadıkları dönemden bazı
dersler çıkartıp öğretebilmeliyiz ki sonradan onların
yaptıklarını taklit etmek istemesinler. İki korkunç dünya
savaşı arasındaki dönem, bütün halkların köklerinden
koparılmalarına ve tarihte karanlık bir sayfa açılmasına neden
oldu.’’
(Eftalu - Ege
Hikayeleri / Ilias Venezis / 6. Bölüm, s: 54)
![]() |
Feriha-Hadi İskit |
Çocuklara hayat veren doktor yüzerek Türkiye'ye geçmişti
Hadi İskit’in
Yunanca yazarak Ayvalık’tan gönderdiği kısa mektubuna
Venezis’in yanıt verip vermediğini öğrenebilmek imkansız.
Çünkü artık her ikisi de hayatta değil.
Ayvalık’ta kadın
doğum uzmanı doktor Hadi İskit’in izini bulmam ise zor olmadı.
Kendisini tanıyıp tanımadığını sorduğum ilk Ayvalıklı
arkadaşım ‘’Nasıl tanımam, benim doğumumu gerçekleştirmiş’’
dedi. Doktor Hadi İskit hakkında detaylı bilgileri kızı Ümit
İskit verdi:
“Babam 1915 İskeçe
doğumlu. İskeçe Lisesi’ni birincilikle bitirip 1940’ta Atina
Tıp Fakültesi’ne gider. Orada iki yıl - dört dönem -eğitim
alır. Fakat II. Dünya Savaşı başlayınca Yunanlar babamı askere
almak isteyince kaçarak İstanbul’a gelir. Babam, daha sonra
avukat olan bir arkadaşıyla nehirden yüzerek Türkiye tarafına
geçmiş. İstanbul Tıp Fakültesi’nde eğitimine devam eder. Dört
kardeşler: Hadi, Hami, Hadiye ve Hamiye. Babası Sabri İskit esnaf.
Zamanla bütün ailesi İstanbul’a gelir ve kız kardeşleri burada
evlenir. Babam mezun olduktan sonra önce Kastamonu’da belediye
hekimliği yapar. Oradan İzmir’e bir hastaneye gelir. Ebe olan
annem Feriha İskit ile de o hastanede tanışırlar. Biz üç
kardeşiz, hepimiz mühendisliği seçtik.
Babamın Yunancası
çok iyiydi. Fransızca da biliyordu. Kitap okumaya çok düşkündü.
Gazetelerden kupürler keser, arşiv yapardı. Evde bir odanın üç
duvarı kitaplarla doluydu. Ayvalıklı yazar Ahmet Yorulmaz’ın
kitabevi uğrak yeriydi. Kitap alır, sohbet ederlerdi. Kitaplarının
üstüne mutlaka aldığı tarihi yazar, imzalardı. Babamın
vefatından sonra annem kitaplığı dağıttı, hatta büyük
bölümünü kapıdan geçen eskiciye, bir çek-yat karşılığı
verdi. Fransızca, Türkçe tıp kitaplarını İzmir Safa
Hastanesi’nin kitaplığına bağışladık.
Babam evde suskundu.
Zamanını ya Yunan TV’sini izleyerek ya da
kitap, gazete okuyarak geçirirdi. Gençliğini anlatmaz, geçmişiyle
ilgili hiç konuşmak istemezdi. Sorduğumuzda “Çok kötü
günlerdi” demekle yetinirdi. Bize hiç Yunanca da öğretmedi.
Ortak yapabildiğimiz tek şey, izinli olduğu günlerde öğlene
kadar birlikte bulmaca çözmekti.
Mesleğini çok
severdi ama sinirli, tahammülsüz, otoriterdi. Bu nedenle
başhekimliği bıraktı. Hastalarını düşünerek Ayvalık’tan
hiç uzaklaşmazdı. İzin yapamazdı. Herkese yardım etmeyi
severdi. Emekli olduktan sonra da saat 08.00’de evden çıkar,
mutlaka 08.30’da muayenehanesinde olurdu. Sanırım 1952 ya da
1953’te bir turla ailece Atina’ya gitti. Midilli’ye hiç
geçmedi. Yunan yazar Ilias Venezis’e mektup yazdığını ise
bilmiyordum. Bu konuda evde konuşulduğunu da duymadım. Pankreas
kanserinden 75 yaşında vefat etti. Altı ay öncesine kadar
muayenehanesi açıktı. Vefatından sonra İskeçe’ye ilk
gittiğimde ağladım. Dört kez gittim ama babama dair hiçbir iz
bulamadım. İskeçe Lisesi de, evraklar da yanmış.”
(Figen Yanık / 17 Mart 2019 / Cumhuriyet Gazetesi)